Uykusuzlar, mum etrafındaki rakslarıyla yeryüzüyle temasını
yitirmiş mistiklere ilham veren gece uçarları gibi, ölgün belirtiler
etrafında parende atan trapezcilerdir. Farklı cins, yaş ve kederden
mürekkep bu alayın müntesipleri ince, ışıktan ipliklerle birbirine bağlıdır.
Gece dirseklerini pencere pervazına dayayan mahmur ve yorgun kişiler,
karşı apartmanların yüzeyindeki solgun sarı kabukları hayallerinde soyarak,
içerideki kişinin bedenine bir ilmek atar, ipi onun etrafından geçirerek
geri alır ve bir başka pencerenin ardındaki hayalciye bağlarlar. Bu böyle
devam ederek, apartmanlar arasında ve gecenin içinde biçimsiz fakat örneği
ve tekrarı olmayan bir dantelin düğümlerini oluşturur.
Adeta, yere çizilen ve her gece değişen bir astronomi haritası gibi.
Aralından biri uykuya daldığında ya da bir nedenle ışığı söndürdüğünde,
onu diğerlerine bağlayan ince ışıktan pamuk gerilerek kopar ve o trapezci
diğerleri ile temasını kaybederek uyuyanların dünyasına kayar. Bir başına,
uyur halde olmanın doğal yalnızlığına dalar. Geçici bir süreyle ve kuşkusuz
aralarında hiçbir bağ olmaksızın büyük kalabalığa karışır. Çoğunluğun pütürlü
ve gürültülü yüzeyine tutunur –oysa uykusuzlar nasıl da sessizdirler- muğlâk
bir kuyunun içinde, nisyanın sersemletici ılık şerbetini içerek yavaş adımlarla
zamanın içinden geçerler. Ta ki, yorganın altında ısınmış bedeninden tüten
mahmurluk yeni günün ışığıyla dağılana kadar. Odalarda biriken nefesin kokusu
pencerelerdeki boşluklardan sokaklara yayılır.
Sabah çiyi dedikleri, esasen uyuyanların bedeninden sızan mahmurluğun
son bir kez kente tutunma çabası ve çiçeklere musallat olmuş beşeri bir nazardır.
Aralarından birkaçı uyuyanların tarafına geçse de, uykusuzlar
gecenin içinde birbirini izleyerek ve bilhassa izlendiklerini ümit ederek,
asfalt zemine düşebilecek bir tramplen cambazının hayatını kurtarmak üzere
o biçimsiz ve renksiz danteli işlemeye devam ederler. Yanıp sönen ışıkların
yardımıyla sokakların üzerinde ince ipliklerden bir ağ oluşur ki,
çoğu intiharın talihi bu ağa takılır. Yalnızca birkaç müntehir, her gece yanıp
sönen pencere ışıkları sayesinde akşamdan akşama değişen desenler
arasından bir boşluk bulup, ağa takılmadan kendini yere çarpabilir.
Kolektif intihar ise, her gece yaptığımız bir iştir. Hatta işten ziyade, tekrarı
sıkıcı olmayan bir ayin denilebilir. Zira, ‘tekrar’ tekemmülün ilk hecesidir.
Gece şahsi olanı büyütürken, kolektif olanı gizler. Uykusuzlar her gece
toplu olarak ölür, şahıs olarak dirilir. Bu yüzden ışıkları açık bırakmak,
ince ışıktan ipliklerin düğümlenişini sağlamak ve arada diğer pencerelerden
içerisini gözetlemek yaşamsaldır.
Yeşil mürekkebe müptela bir şairin dediği gibi;
nasıl ki ‘ateş de nasibini alır(sa) soğuktan’,
uykusuzlar da kentin topluca bir uyku apnesiyle
soluksuz kalmasına mani olarak, nafakalarını toplarlar başkalarının rüyalarından.
No comments:
Post a Comment