Thursday, August 23, 2012

GECE TRAPEZCİLERİ






Uykusuzlar, mum etrafındaki rakslarıyla yeryüzüyle temasını






yitirmiş mistiklere ilham veren gece uçarları gibi, ölgün belirtiler 






etrafında parende atan trapezcilerdir. Farklı cins, yaş ve kederden 






mürekkep bu alayın müntesipleri ince, ışıktan ipliklerle birbirine bağlıdır. 






Gece dirseklerini pencere pervazına dayayan mahmur ve yorgun kişiler, 






karşı apartmanların yüzeyindeki solgun sarı kabukları hayallerinde soyarak,






içerideki kişinin bedenine bir ilmek atar, ipi onun etrafından geçirerek 






geri alır ve bir başka pencerenin ardındaki hayalciye bağlarlar. Bu böyle






devam ederek, apartmanlar arasında ve gecenin içinde biçimsiz fakat örneği 






ve tekrarı olmayan bir dantelin düğümlerini oluşturur. 






Adeta, yere çizilen ve her gece değişen bir astronomi haritası gibi.














Aralından biri uykuya daldığında ya da bir nedenle ışığı söndürdüğünde, 






onu diğerlerine bağlayan ince ışıktan pamuk gerilerek kopar ve o trapezci 






diğerleri ile temasını kaybederek uyuyanların dünyasına kayar. Bir başına,






uyur halde olmanın doğal yalnızlığına dalar. Geçici bir süreyle ve kuşkusuz 






aralarında hiçbir bağ olmaksızın büyük kalabalığa karışır. Çoğunluğun pütürlü 






ve gürültülü yüzeyine tutunur –oysa uykusuzlar nasıl da sessizdirler- muğlâk 






bir kuyunun içinde, nisyanın sersemletici ılık şerbetini içerek yavaş adımlarla






zamanın içinden geçerler. Ta ki, yorganın altında ısınmış bedeninden tüten 






mahmurluk yeni günün ışığıyla dağılana kadar. Odalarda biriken nefesin kokusu 






pencerelerdeki boşluklardan sokaklara yayılır.  










Sabah çiyi dedikleri, esasen uyuyanların bedeninden sızan mahmurluğun 






son bir kez kente tutunma çabası ve çiçeklere musallat olmuş beşeri bir nazardır.


















Aralarından birkaçı uyuyanların tarafına geçse de, uykusuzlar 






gecenin içinde birbirini izleyerek ve bilhassa izlendiklerini ümit ederek, 






asfalt zemine düşebilecek bir tramplen cambazının hayatını kurtarmak üzere 






o biçimsiz ve renksiz danteli işlemeye devam ederler. Yanıp sönen ışıkların 






yardımıyla sokakların üzerinde ince ipliklerden bir ağ oluşur ki, 






çoğu intiharın talihi bu ağa takılır. Yalnızca birkaç müntehir, her gece yanıp 






sönen pencere ışıkları sayesinde akşamdan akşama değişen desenler 






arasından bir boşluk bulup, ağa takılmadan kendini yere çarpabilir.














Kolektif intihar ise, her gece yaptığımız bir iştir. Hatta işten ziyade, tekrarı 






sıkıcı olmayan bir ayin denilebilir. Zira, ‘tekrar’ tekemmülün ilk hecesidir. 






Gece şahsi olanı büyütürken, kolektif olanı gizler. Uykusuzlar her gece 






toplu olarak ölür, şahıs olarak dirilir. Bu yüzden ışıkları açık bırakmak, 






ince ışıktan ipliklerin düğümlenişini sağlamak ve arada diğer pencerelerden 






içerisini gözetlemek yaşamsaldır. 














Yeşil mürekkebe müptela bir şairin dediği gibi; 






nasıl ki ‘ateş de nasibini alır(sa) soğuktan’, 






uykusuzlar da kentin topluca bir uyku apnesiyle 






soluksuz kalmasına mani olarak, nafakalarını toplarlar başkalarının rüyalarından. 
















No comments:

Post a Comment